Sevdiğim bir dostumla yıllar önce Kırşehir’e yapmış olduğumuz bir gezinin hatıraları çaldı bugün kapımı…
Son dönemlerde öyle değişti ki tezene diyarı. Merkez köy hüviyetinden adeta bir şehir hüviyetine büründü. Kılıçözü’nün temizlenip bir su parkıyla şehre aktif olarak katılması bile bozkırın havasını değiştirmeye yetti.
Benim ise her hatırladığımda yüzümü gülümseten anılarım, her duyduğumda “Kırşehirli candır…” dediğim güzelliklerim var. İşte hatırlanası olanlarından bir demet:
Güzel bir kardeşimle Muharrem Ertaş’ın <Ozan Anıtı> heykelini uzaktan görüyoruz. Sadece fıkralarda olduğunu düşündüğüm cümle geliyor:
“Hocam ya, her türlüsünü görmüştüm ama Atatürk’ün saz çalan heykelini ilk kez görüyorum.”
Kırşehir’e yolu düşen herkes mutlaka Atatürk’ün saz çalan heykelini ziyaret etmeli…
Uğur Mumcu anısına yapılan <Basın Anıtı> kalem tutan bir el şeklindedir. Uğur Mumcu’nun basın anıtı olduğunu anlattığımda dostumun sorusu yine akıllara ziyan:
“Adamın geri kalanını neden yapmamışlar?”
Duyulduk bir hikaye, arabanın da hacısı olur mu demeyin. İlk defa duyduğum zaman Neşet Ertaş sevgisinin Kırşehirli için anlamını daha iyi anlamıştım.
Hacı bir taksiyi polis durdurur. İçinde garibim Kırşehirli pazarcı bir abimiz vardır. Tabi arabanın eksikleri bir yana ehliyet ruhsat sorunları bir yana. Memurum haline acır da abimizin şuna bir iki soru sorayım da bırakayım der.
“Hacım, sana bir soru soracağım, bilirsen ceza falan yazmadan bırakacağım seni… Söyle bakalım sen İstiklal Marşımızın şairini biliyor musun?”
Hacımdan Kırşehirlice bir cevap:
“Valla memur bey. Muharrem ağam desem yazmamıştır, Taşan ağam desem değildir. Yazsa yazsa Neşet ağam yazmıştır onu…”
Sonra ne oldu dersiniz? Bilmiş adam tabi ki yoluna gidecek.
Her yeri ve her yönüyle anlatmakla bitmez Şirin şehir Kırşehir. Candır can…